1 Nisan 2008 Salı

NASİHAT

Aşağıda Osman Bey'e ünlü İslam Alimi, Şeyh Edeb-Ali'nin verdiği öğütleri anlatan bir yazı. Çok hoşuma gitti. Neredeyse 700 yıl önce söylenmiş ama hiç mi hiç eskimemiş. Tüm zamanlar için geçerli."Oğul insanlar vardır şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Avun oğlum avun. Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın, ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen sabah rüzgarında savrulur gidersin...Öfken ve nefsin bir olup aklını yener. Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyenler, görülmeyenler ancak senin fazilet erdemlerinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı, atanı say, bereket büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çölleredönersin. Açık sözlü ol, her sözü üstüne alma. Gördün söyleme, bildin bilme.Sevildiğin yere sık gidip gelme, kalkar muhabbetin itibar olmaz.Üç kişiye acı:* Cahiller arasındaki alime,* Zenginken fakir düşene,* Hatırlı iken itibarını kaybedene.Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.Haklı olduğunda mücadeleden korkma."Bilesin ki atın iyisine DORU,""Yiğidin iyisine DELİ derler."

31 Mart 2008 Pazartesi

Bazı gençler evlenmeden önce karşı cinsle yakın olmaya fazlaca istekli görünüyorlar. Birbirini tanımak bakımından bir yere kadar yararlı olacağı düşünüle yakınlaşmalarda, işler iyiye gitmez ise bayanlar zarar görebilir. Bu sebeple özellikle; flört, sevgili, arkadaşlık, sözlülük ve nişanlılık dönemlerindeki gençlerin şunları iyi bilmesi gerekir; * Kolay Av Olan Kolay Terk Edilir *Öncelikle şunu söylemeliyiz ki, “kolay av” olan, kolay terk olunur. Kimse zahmet çekmeden elde ettiklerinin kıymetini bilmez. Evlilik söz konusu olmayacaksa “arkadaşlığı” sevgili boyutunda sürdürmek bayanlara zarar veren sonuçlar ortaya çıkarır. Arkadaşlık ileri boyutlara götürülürse işin cazibesi kalmaz. * Erkekler İçin “En Zor İlişki” Evliliktir.! *Kadın erkek arasındaki ilişki türleri içinde, erkeğe en zor geleni “evlilik tarzında” olanıdır. Evlilik söz konusu olunca “erkeklik” cesaret ister. Birçok erkek, karşısındaki bayana “seni seviyorum” demekte acele eder, ama, iş evliliğe gelince, bazı erkeklerin çok da cesaretli olmadıkları görülür.
* Evlenmeden Önce Erkeğe Yakınlık Kadının Değerini Düşürür * Kadından almak istediklerini evlenmeden önce almaya başlayan erkeğin evlilik isteği azalır. Duygusal anlamda ilgisizlik başlar. Bazı erkekler bayanlara yakın olduklarında, sonu ne olursa olsun, bu ilişkiden dolayı kendilerini sorumlu hissetmezler. Bayanlar, daha duygusal olduklarından, kısa süreli de olsa ilişkilerinden etkilenirler. Daha sonraki yakınlaşmalarda ise bu sebeple sorun yaşarlar. Bir kızla evlenmek isteyen ya da evlenen erkek, onun daha önce başka kişilerle yakın olduğunu öğrendiğinde bundan pek de memnun olmaz. Hatta, bunu kendisi için bir aşağılanma olarak görebilir. Bunun aksine, evleneceği erkeğin, kendisinden önce birkaç kızla yakınlığı olduğunu öğrenen kadın, aynı derecede rahatsızlık hissetmez. Aksine, başkalarına karşı erkeğinin kendisini tercih etmiş olmasından dolayı gurur bile duyabilir. * En kısa arkadaşlık “Yatak Arkadaşlığı” En uzun arkadaşlık “Hayat Arkadaşlığı.” * En uzun sürecek ve sağlıklı olabilecek evlilikler, evlendikten sonra da “arkadaşlık” formatını koruyabilen evliliklerdir. Bunun için taraflarda ortak bazı özelliklerin olması gerekir. Aşk ve cinsellik olmadan da, karşılıklı olarak arkadaş olmayı kolaylaştıracak özellikleriniz yoksa, bu “birliktelik size mutluluk getirmeyebilir. “Hayat arkadaşı” olamayacağınız kimse ile yakınlığınızın kısa sürede tadı kaçacaktır. “Yatak arkadaşlığı”ndan, “hayat arkadaşlığı”na geçmek ise oldukça zordur. * Erkeklerin Sözü Senet Değildir *Esasen, pek çok kadın, erkeklere karşı hatalarını evlenmeden önceki; arkadaşlık, flört, sevgililik, sözlülük, nişanlılık gibi bu “tanışıklık” döneminde yapmaya başlar.Kolay inanır ve yakınlık göstermekte acele ederler. Halbuki, erkekler kolay elde ettiklerini değerli görmezler. Bir bayandan almak istediklerini kolayca alan erkeğin gözünde, kadın değerini hızla kaybeder. Kendini garantide sanan ve birkaç güzel söze kanan genç kız, evlenmeyi tasarladığı erkeğe verdiği tavizler oranında hayal kırıklığı yaşamaya namzettir.Evlenmeden önce, erkeğin bir kadından almayı arzu ettiklerini kolayca veren bayan, erkeğin gözünde nasıl değersizleştiğini onun arkasından bakakaldığında anlar.Dikkat edilirse, erkek çocuklar oyuncaklarından heveslerini kısa sürede alır ve onları ya terk eder, ya da kırar atarlar. Halbuki kız çocuklar ayıcıklarını ve bebeciklerini yıllarca sever ve saklarlar.Fransızlar; “İnsan her yaşta çocuktur, değişen oyuncaklarıdır” derler. Öyleyse, siz de, gözden düşmek istemiyorsanız mesafeli olmalısınız. Erkeğin sizden hevesini alıp, kısa sürede terk etmesini ya da bir oyuncak gibi kırıp atmasını istemiyorsanız her tatlı söze kanmamalısınız..Unutmamalısınız ki, erkekler için “bir söz” her şey değildir. Dilin kemiği olmadığı gibi, sözün garantisi de yoktur. Erkeğin, sevgisini sürdürmesi biraz da sevdiğine olan özlemi ölçüsünde olacaktır. Erkeğe sabretmesini de, kadının kıymetini bilmesini de öğretecek olan yine kadındır.

29 Mart 2008 Cumartesi

''HAYATIMDA İKİ ŞEYİ BİLMİYORUM KORKMAK ve UNUTMAK''

- Bedîüzzaman Hazretleri’nin doğduğunda, etrafına mânâlı mânâlı baktığını, fakat hiç ağlamadığını…- Hz. Üstadın babası Mirza Efendinin, ekin tarlalarından geçerken başkasının tarlasından yemesinler diye öküzlerinin ağzını bağlayacak kadar takva sahibi bir zat olduğunu, Annesi Nuriye Hanımın da, teheccüd namazlarını geçirmeyen ve Hz. Üstadı hiç abdestsiz emzirmeyen, sâliha bir kadın olduğunu…- Hz.Üstadın göbek adının Rızâ olduğunu, Babasının adının Mirzâ, annesinin adının Nûriye olduğunu…- Bedîüzzaman Hazretleri’nin dedelerinin Isparta’dan gittiğini. Dedesinin ismi Ali, onun babası Hızır, Onun babası Mirza Halid onun babasının da Mirza Reşan olduğunu…- Bedîüzzaman Hazretleri’nin üç erkek, üç kız kardeşi olduğunu, yaş sırasına göre kardeşleri Dürriye, Hanım, Abdullah, Mehmed, Abdülmecid ve Mercan olduğunu…- Hz. Üstadın babası Sofi Mirza’nın, kız erkek ayırımı yapmaksızın bütün çocuklarını okuttuğunu, bu sebeple çocuklarının hepsinin âlim olduğunu…- Hz. Üstadın kardeşlerinden Dürriyye Hanımın, Birinci Cihan Harbinden önce Nurs deresine düşüp boğularak şehid olduğunu, oğlu ve Hz. Üstadın da talebesi olan Ubeyd’in de Rus Harbinde şehit düştüğünü…- Bedîüzzaman Hazretleri’nin, dokuz yaşından sonra validesinin şefkatli sinesinden mahrum olarak büyüdüğünü…- Bedîüzzaman Hazretleri’nin etrafındaki ahalinin Nakşî tarikatına bağlı olduğunu, kendisinin ise, akrabalarına ve umum ahaliye muhalif olarak, Kadirî tarikatına bağlı olduğuğunu, “Çocukluk itibarıyla elimden bir ceviz gibi ehemmiyetsiz birşey kaybolsa, 'Ya Şeyh! Sana bir Fatiha, sen benim şu şeyimi buldur.” dediğini…- Hz. Üstada ilk olarak Bedîüzzaman lakabını veren zatın, Siirt’te bir medrese hocası olan Molla Fethullah olduğunu, Hz. Üstadı, Bedîüzzaman Hemedani’ye benzeterek bu lakabı verdiğini…- Hz. Üstadın, Siirt’in Tillo kasabasında, Arapça bir lügat olan Kamus-u Okyanus’u “sin” harfine kadar ezberlediğini, seksen-doksan cild kitabı da üç ayda bir ezberden tekrarladığını…- Bedîüzzaman Hazretlerinin, “Hayatımda iki şeyi bilmiyorum: korkmak ve unutmak!” dediğini hatta herkesin gündüz geçmekten korktukları yerlerden onun yalnız geçtiğini, talebelik yıllarında Mardin’deki Ulu Caminin şerefesindeki 4cm genişliğindeki demir korkulukların üzerine çıkıp, iki kollarını yanlara açarak dolaştığını…- Hz. Üstadın, iki minare yüksekliğindeki, Van kalesinin tepesinde iken ayağının kaydığını, aşağı doğru düşerken, ağzından çıkan tek sözün, "Eyvah! Davam" olduğunu. Kendi ifadesiyle, “gaybî bir el” tarafından itilerek, 3 metrelik bir kavis çizerek, aşağıdaki mağaranın kapısına düştüğünü...- Hz. Üstadı, 2 Musevi, 1 Rum, 1 Ermeni, 1’de Türk doktorundan rapor alarak, "Toptaşı tımarhanesi"ne koyduklarını, tımarhanenin en yetkili doktorunun, “ Eğer Bedîüzzaman da zerre kadar mecnunluk eseri varsa, dünyada akıllı adam yoktur.” şeklinde bir rapor hazırladığını…- Bedîüzzaman Hazretlerinin, 500 talebesiyle birlikte, Birinci Cihan Harbine iştirak edip, Ruslarla savaştığını ve bütün talebelerini şehit verip, kendisinin de bir ayağı kırık ve 3 yerinden yaralı olduğu halde, şiddetli soğukta 36 saat su içerisinde kaldıktan sonra Ruslara esir düştüğünü…- Hz. Üstadın bu harp esnasında, cephede, kurşunların altında, “İşarat’ül İcaz” gibi çok ilmî bir eseri, Arapça olarak kâtibi Molla Habibe yazdırdığını. Bu eserin, esaretten sonra, kâğıdını bizzat Enver Paşa temin ederek neşredildiğini…- Bedîüzzaman Hazretleri’nin, Rusya’nın kuzeyindeki Kosturma’dan 2,5 senelik esaretten sonra firar ettiğini, önce Petersburg’a, oradan Varşova’ya, oradan da Viyana’ya geçip, Sofya üzerinden İstanbul’a geldiğini. Bu seyahatte, kendisine Abdulkadir-i Geylani hazretlerinin imdat ettiğini…- Hz. Üstadın esaretten sonra, İman rükünlerinin ispatına dair “Nokta”, çeşitli ayet ve hadisleri tefsir eden “Sünuhat”, Hz Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliğini ispat eden “Şuaat”, Kur’an’ın mucizeliğini anlatan “Rumuz”, sosyal konularda “Tuluat”, tevhidin ispatı hakkında “Katre”, özlü sözleri içine alan “Hakikat Çekirdekleri”, ahlak ve ubudiyet derslerini ihtiva eden “Habbe”, “Zerre” ve “Şemme” adlı risalelerini yazıp yayınladığını...- Bedîüzzaman Hazretleri’nin, esaretten döndükten sonra Dar-ül Hikmet-il İslamiye’yede aza olarak çalıştığını. Dört sene üç aylık azalık döneminde biriktirdiği para ile, hiç kimseden zekât, sadaka, hediye almadan ahir ömrünü geçirdiğini …- İstanbul Hahambaşısı Selanik Mebusu Yahudi Emenuel Karasso’nun Hz. Üstad ile bir görüşme yaptığını, Karasso’nun görüşmeyi yarıda bırakarak “Eğer biraz daha yanında kalsaydım, az kalsın beni de Müslüman edecekti” diyerek, mağlubiyetini hayret ve telaşla izhar ettiğini…- Hz. Üstadın, İngilizler başta olmak üzere, bütün Anadolu İşgalcilerine karşı, İslâm’ın izzet ve şerefini haykıran, "Hutuvat-ı Sitte" adlı bir eser yazarak mücadele ettiğini. Bu eseri gören işgal kuvvetleri kumandanının çok hiddetlenip, Üstadın, idam kararıyla vücudunun ortadan kaldırılmasını istediğini…- Bedîüzzaman Hazretleri’nin, İstanbul’da ayaklanmış 20 bine yakın hamalı, bir nutkuyla yatıştırıp, onların devlete karşı bağlılıklarını sağladığını. Ayrıca, subaylarına isyan eden 8 tabur askeri yaptığı tesirli konuşmalarıyla komutanlarına itaate sevk ettiğini…- Hz. Üstadı, İstanbul’daki vatan ve millet için yaptığı hizmetlerini yakinen takip eden Ankara hükümetinin ısrarla Ankara’ya davet ettiklerini. Ankara’ya gittiğinde ise, kendisine mecliste hoş geldin merasimi yapıldığı…- Bütün mevcudiyetini vatan, millet, gençlik ve Âlem-i İslam ve beşerin ebedi refah ve saadeti uğruna feda eden Hz. Üstadı, karşılığında 19 kez zehirlediklerini, 28 yıl hapse mahkûm ettiklerini ve memleket memleket sürgünlere gönderdiklerini…- Hz. Üstadın, gerek yaşı küçük olduğundan, gerekse kendine icazet verecek âlim bulunmadığından dolayı, icazetin göstergesi olan cübbeyi giyemediğini. Mevlana Halid-i Bağdadî Hazretlerinin, Küçük Âşık namında bir talebesinin neslinden gelen Asiye isimli mübarek bir hanım ile, bir asır evvelinden, müceddidlik alameti olan kendi cübbesini Hz. Üstada göndererek, manen icazet verdiğini…- Risale-i Nurların telifinin1926’da Barla’da, 10. söz ile başladığını ve 23 yılda tamamlandığını…- Hz. Üstadın, 23 Mart 1960 yılında Urfa’da vefat ettiğini, 3,5 ay sonra dergâhtaki kabrinin yıkılıp, mübarek naşının bilinmeyen bir yere götürüldüğünü ve hala kabrinin bilinmediğini…... biliyor muydunuz?Afra Betül IŞIKLIKaynak: İrfan Mektebi dergisi

HAYATIMIZDAKİ İKİ KADIN

Anne ve eş iki önemli varlık. Her ikisi de birey için vazgeçilmez ve vazgeçilmemesi gereken iki önemli insan. Ancak yapılan en yaygın hata bu iki insanı kendi konumunda değerlendirmemektir. Yani anneniz, size annelik duygusu ile yaklaşacaktır ve sizin bu yaklaşım karşısında vazifeniz evlat rolü ile mukabele etmektir, ancak eşinizin sizin karşınızdaki rolü eş olmaktır ve siz de buna mukabil eş olma rolünüzle karşılık vermelisiniz. Her ikisinin de size yaklaşımı bulundukları konum itibarıyladır. Mesela; annelerin genellikle daha duygusal oldukları ve sürekli evlatlarını koruma içgüdüsüyle hareket ettikleri görülür. Bu gayet fıtridir. Fakat bu koruma güdüsü her ne kadar doğru olmasa bile zaman zaman evladını eşinden bile korumak istemeyle devam eder. Aslında bu da gayet fıtridir. Ancak burada bireyin tavrı çok önemlidir. Bu koruma güdüsü karşısında birey evlat olma rolünü takınmalıdır. Fakat eşinin yanına gittiğinde annesinin yanındaki psikolojisine devam ederse bu durum evlilik için sakınca arz eder. Yani bireylerin annelerinin bu özelliğini hesaba katmaları ve eşlerine müdahale ederken objektif değerlendirmelerde bulunmaları gerekir. Hem erkeklerin ve hem de bayanların annelerinin etkisi altında kalarak eşlerine kötü muamele edebildikleri görülür.Genellikle kadınlar anneleri ile dertleşmek amacıyla ev içindeki hemen her türlü meseleyi anneleri ile paylaşmak isterler. Bir kadının annesiyle paylaşım yaşamak istemesi güzeldir, ancak unutulmamalıdır ki ortada annenin dahil olmadığı mahremiyeti olan bir aile yaşantısı vardır ve bazı noktalar aile sınırları içinde kalmalıdır. Paylaşım yaşanan mevzular genellikle özel veya eşin rahatsızlık duyacağı mevzular olmamalıdır. Hiçbir anne çocuğunun üzülmesini istemez ve bu sebeple yardım amaçlı duygusallığını da işin içine katarak birtakım öneriler verebilir ve yorumlarda bulunabilir. Fakat anneler bu yaklaşımı sergilerken ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar objektif olamayabilirler. Çünkü anneler hadiseleri genellikle sadece çocuklarının zaviyesinden değerlendirirler. Bu sebeple yukarıda da belirttiğim gibi anneyle eve ait mahrem mevzular dışında paylaşım yaşanması güzeldir. Fakat anneden gelen yorumlar nedeni ile eşe farklı bir tavır sergilemek evliliğinize zarar verebilir. Bunun dışında annenizden gelen olumlu önerileri veya yapıcı olduğunu düşündüğünüz eleştirileri kendi süzgecinizden de geçirerek değerlendirebilir ve istifade edebilirsiniz.Erkeklerin bu konudaki en büyük yanılgıları ise eşlerine değer veriyor olmanın bir basitlik göstergesi olduğu düşünüyor olmalarıdır. Evet kimi erkekler eşlerine değer veriyor olmaktan utanırlar. Özellikle annelerinin negatif görüşlerini dikkate almamak onlar için anneye karşı bir nevi vefasızlık olarak görülür. Adeta annelerinden gelen söylevleri zihinlerine yerleştirir ve eşleriyle konuşmadan ve eşlerinin fikirlerini almadan saldırıya geçeler. Unutulmamalıdır ki, kayınvalide–gelin diyaloğu problemli olabilir. Ve bu sebeple kayınvalideler gelinleri ile ilgili olumsuz görüşlerini -her ne kadar doğru olmasa bile- oğulları ile paylaşmak isteyebilirler. Erkeklerin bu durumu bir dertleşme olarak kabul etmeleri, eşlerine karşı yargısız infazda bulunmamaları gerekir. Burada hatalı olan eşin fikirleri alınmadan ve eşe beklentileri aktarmadan annenin etkisi altında kalarak düşmanca duygular içinde olmaktır. Yine erkeklerin de annelerindeki duygusal değerlendirmeleri ve kayınvalide olma psikolojisini hesaba katmaları gerekir.Hem kadının ve hem de erkeğin düşünmesi gereken yeni bir yuvalarının olduğu ve ailelerine karşı sorumluluklarının var olduğudur. Bu sebeple “anne”-“eş” dengesi kurulabilmelidir.Yasemin Yalçın AktosunKaynak : Zaman/Ailem

ERZURUM'LU HAFIZ FATMA

İlkokulu bitirip kursa gelmişti. Ailesi kendi isteğiyle geldiğini söylemişti. Kayıt için adını sorduğumda, "Fatma", dedi. Hiç de çekinmeyen bir tavırla... Ve ekledi:"Eğer hafız yaptırmazsanız kayıt yaptırmak istemiyorum". Böyle tehdit edercesine konuşması onu yaşından daha olgun gösteriyordu. Tebessümle: "Korkmayın küçük hanım siz isteyin hafız da yaparız, hoca da..." O küçük gözlerinin içi parıldadı birden. Annesi:"Hoca hanım kusuruna bakma hele sen, ille de hafız olcam der de başka bir şey demez. Bizim köyün hocasından duymuş. Peygamberimiz hafız olanlara Cennette taç giydirilecek demiş herhalde. Siz daha iyi bilirsiniz ya köylü kafası, biz de bu kadar duyduk anladık. Bu da çocuk işte.""Tabi teyze ne demek, keşke herkes sizin gibi duyduklarından etkilense de teslim olsa... Siz hiç merak etmeyin kızınız önce Allah´a sonra bize emanet."Kadıncağız elime yapıştı, öpecekken geri çektim, utandım. Tuttum, ben onun elini öptüm. Gözleri yaşardı:"Hoca hanim bu eller, gözler hep günahlı asil sizinkiler öpülmeye layık.""Estağfurullah teyze", dedim. “O ahirette beli olur”.Bu konuşmadan sonra kaydını yaptığımda Fatma’nın Erzurumlu olduğunu öğrendim. Bir an düşündüm. ‘Küçük nasıl kalacak bu kadar buralarda’... Zaman ilerledikçe Fatma’nın edepli tavırları daha da çok etkiledi beni.Azimliydi. Geceleri uykusunun arasında ayetleri sayıklarken görüyordum çoğu kez. Böyle devam ederken arada bir bana gelip soru soruyordu. Bir gün:"Hocam hafız olmak içi Kur’ân’ı bitirmek mi lazım" diye sordu.Bende:"Tabi ki hepsini ezberleyeceksin ki hafız adını alacaksın."Bu cevabıma çok üzülmüş gibiydi. Bir şey demek istiyordu sanki... Teşekkür etti ve döndü arkasına gitti.Derslerim arasında onlara sürekli Kur´ân ezberlemekle işin bitmeyeceğini mutlaka içindekileri uygulamanın gerektiğini hatırlatıyordum. Talebelerden biri:"Hocam" dedi. "Fatma’nın annesi ona abdestle olmayanın hafızları dokunamayacağını söylemiş doğru mu?" diye sordu.Çok ilginç doğrusu. Maşallah dedim."Osmanlı zamanında atalarımız Kur´ân´a ve hafıza kıymet verdiklerinden öyle yaparmış" dedim. Çok hoşlarına gitmişti bu iş. Hepsi âdeta kendilerini ulaşılması zor, kasa içindeki altın gibi görüyorlardı. ‘Görsünler’ dedim içimden, bu yaşta buralara gelmişler. Allah’ın kelâmını ezberliyorlar, onlara fazla görmem bunu. Bu arada Fatma ara sıra rahatsızlanıyor ve revirde yatıyordu. Zaman geçtikce Fatma’nın morali ve sağlığı daha da çok bozuluyordu. Bir gün dersini 2 kez aksatınca sordum:"Ne oldu yoksa anneni mi özledin?""Hayır", dedi."Neden moralin bozuk? Sık sıkta hasta oluyorsun" dedim."Yanlış anlamayın, inan ki annemi özleyip de gitmek istediğim yok. Burayı çok seviyorum. Allah´ımdan çok korkuyorum. Buraları terk edersem bana âhirette hesabını sormaz mı?"Bir şey diyemedim. Suçlu bile hissettim kendimi. O küçük kalpte bu ne imandı Ya Rabbi! Onu hayranlıkla izliyordum. Bir gün çok rahatsızlandı. Doktora götürmek zorunda kaldık. Bir çok tahlillerden sonra arkadaşım olan doktor hanim:"Hoca hanım derhal bu talebeyi ailesinin yanına gönder" dedi.Şaşkınlıkla:"Neden?" diye sordum. Bana:"Belki üzülecek hatta inanmayacaksın ama bu talebe "KANSER".Âdeta basımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Sanki her tarafıma Rabbimin Rahmet sıfatı tecelli etmiş, şefkat sarmıştı. Hastaneden ayrılırken Fatma´ya hiç bir şey diyemedim. Oysa anlamış gibi bana sorular sorup dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu. Kulağıma eğilerek:"Hocam" dedi. "Azrail insanların canını alırken nasıldır?"Ağlamamak içi zor tutum kendimi:"Güzel bir sûrettedir, mümin kullara", dedim.Sevindi, sanki mırıldandı:"Belki hafız olamam ama Elhamdülillah müminim” diye.Şimdi anlamıştım bana önceden sormuş olduğu soruyu. Demek ki hastalığını biliyordu. Hafız olmak içi Kur´ân´ı bitirmek gerektiğini söylediğimde neden üzüldüğünü şimdi anlamıştım. Bir kaç gün sonra eşyalarını hazırlamaya başladık. Çünkü dayanılmaz acılar içinde olduğunu görüyorduk. Evine gitmesi gerekiyordu. Ailesi geldi. Fatma yanıma gelerek:"Bana kızmadınız değil mi? Eğer söyleseydim belki kursa almazdınız.""Ne demek nasıl kızarım sana”, dedim "Hem sonra sakın üzülme hafızlığımı bitiremedim diye. Bu yola girdin ya, Rabbim seni hafızlar zümresinden yazmıştır inşallah”, dedim. Öyle sevindi ki sarıldı boynuma:"Gerçekten ben simdi hafız sayılır mıyım? Anne bak duydun değil mi?"Ya Rabbi bu ne aşktı. Rabbimin hikmeti tecelli etse de iyi olsaydı su Fatma ne güzel bir kul olurdu. Böylece Fatma’yı Erzurum´a uğurladık. Çok geçmedi. Bir iki hafta sonra ailesi ağırlaştığı haberini verdi. Bu bir iki hafta içinde ondan iki mektup almıştım. Bana hep hafızlık tacını merak ettiğini, rüyalarına bile girdiğini yazıyordu. Bir gün sabah namazından sonra telefon çaldı. Fatma’nın annesiydi karşımdaki ses. Ağlamaklı bir sesle:"Hoca hanim Fatma’yı uğurladık. Rica etsem bir hatim okur musunuz" deyince bende dayanamadım ağlamaya başladım. Annesi beni teselli edercesine telefonu kapatmadan:"Size ölmeden önce sunu söylememi istedi", dedi. Hıçkırarak: "Anneciğim hocama söyle Azrail söylediğinden de güzelmiş"

ÇİN'Lİ TAŞ USTASI

Eski Çin’de taş ustası olarak çalışan Lee adında bir adam vardı. Büyük taşları keser, onlardan ya bahçelere süsler yapar, ya da ev inşaatında kullanılacak taşlar üretirdi. İşinden memnundu, ama bazen "Keşke daha fazla param olsa, keşke daha az çalışsam” diye düşünmekten de alıkoyamazdı kendini.Bir gün Lee işinden evine dönüyordu. Güneş yakıcı derecede sıcaklık yayıyordu ve o da çok yorgundu. Yolun kenarına oturup güneşin sıcağını düşündü: “Bize ışığı ve ürünlerimiz için gerekli ısıyı veren güneş” dedi. “O, bütün varlıkların en güçlüsü olmalı.”Sonra fısıltıyla “Allah’ım” diye dua etti, “keşke güneş olsaydım. Bütün varlıkların en güçlüsü, en büyüğü olmanın nasıl bir şey olduğunu o zaman hissedebilirdim.”Allah Lee’nin duasının kabul etti ve ona “Güneş olabilirsin” cevabını verdi. Ve Lee güneş oldu. Harika hissetti kendisini; güçlü ve büyük. Ta aşağılardaki dünyaya ışık saçtı.Birkaç gün sonra, gökyüzünde kocaman beyaz bir bulut belirdi. Dolaştı, dolaştı ve sonunda Lee’nin ışıklarının önünü kesti ve yeryüzüne sadece bulutun gölgesi düştü. Lee üzüldü. Besbelli, bu bulut kendisinden daha güçlüydü!“Keşke bulut olsaydım!” diye dua etti bu defa. “O zaman bütün varlıkların en güçlüsü ben olurdum.”Allah duasını yine kabul etti ve “Bulut olabilirsin” dedi. Böylece, bulut olan Lee gökyüzünde oradan oraya süzülerek büyük mutluluklar yaşadı.Bir gün, Lee kendisine doğru büyük bir kara bulutun gelmekte olduğunun gördü. Kısa bir sürede bu bulut onu salıverdi ve bu kara buluttan yağmur damlaları düşmeye başladı. Damlalar yeryüzüne düştü ve büyük güçlü bir ırmak oluşturdu.Lee, kara bulutun önce yağmur damlalarına, sonra da kocaman bir ırmağa dönüştüğünü görünce “Keşke ırmak olsaydım. O zaman ne kadar güçlü ve dolayısıyla da mutlu olurdum” diye dua etti.Lee’nin duasını işiten Allah “Peki” dedi, “ırmak olabilirsin.”Böylece, Lee nehir yatağı botunca çağlayarak aktı, aktı. Bir süre sonra bir kıvrıma rastladı. Bu, nehrin yönünü değiştiren koca bir kaya kütlesiydi.“Kaya, kaya!” diye düşündü Lee, “Sonunda her şeyin en güçlüsünü buldum. Bu kaya, şiddetle akıp giden bir nehrin bile yolunun değiştirebiliyorsa, demek ki en büyük o. Keşke bu büyük kaya olabilseydim, o zaman mutlu olabilirdim.”Ve Allah Lee’yi o kaya kütlesine dönüştürdü. Lee orada durarak nehrin yönünü değiştirdi ve bundan çok mutlu oldu.Bir gün, bir adam geldi ve kayadan büyücek bir parça kesti. Lee üzüldü. Bu adam gelip onu kesebiliyorsa, demek ki dünyanın en büyüğü o değildi.“Keşke” diye düşündü, “kayayı kesen o adam olabilseydim. O zaman en büyük ben olurdum.”Ve Allah Lee’yi tekrar taş ustası haline getirdi.Murat Çiftkaya - İlham Öyküleri - Zafer Yayınları

Afyonkarahisar Pazar Yeri ve Esnafı

Selamün Aleyküm!Ben de pazar esnafı olarak düşüncelerimi söylemek istiyorum! 20 mart 2008 perşembe gecesi tuhafiye,sebze ve diğer esnafın da katıldığı bir toplantı yapıldı.Toplantıda alınan karara göre pazar esnafı, sempt pazarları dahil protesto maksadıyla şehir içerisin de tezgah açmayacak,bununla beraber protestoya katılmak için toptancı halide pazar esnafına destek verecek diye, oda başkanları tarafından bir açıklama yapıldı ve bizim gariban,saf pazar esnafı da çaresiz dolduruşa geldi ve oda başkanlarını desteklediler veya desteklemek zorunda bırakıldılar.Ama şunu düşünemediler (ilk etapta ben de) olayın boyutu çok büyüktü,nasılmı?Pazarcı esnafı tezgah açmayacak,toptancı hali de mahsul getirmeyecek ve Belediye Başkan'ı KAPTAN pes edecek pazarcının elini öpecek. Görünen plan buydu.Bu; gariban, saf pazarcı esnafına bu şekilde lanse edildi,tefekkür edilirse yukarıda da söylediğim gibi olayın çapı büyük; yani toptancı hali destek verirse mal getirmeyecek, getirmeyince halk (askeriye,hastahaneler,oteller,öğrenci yurtları,lokantalar ve tabildot sanayii,dolayısıyla organize sanayii ve küçük sanayii,resmi dairelerin yemekhaneleri)mahsul gelmediği için sebze yemeklerin den mahrum olacaklar ve KAPTAN'a pazar için,pazar esnafı için baskı yapacaklar ve KAPTAN da yeni bir pazar yeri gösterecek veya mevcut olan fuar alanındaki pazar yerini düzeltme ve genişletme işine gidecek böylelikle pazarcının dediği gibi olacak.Pazar esnafı kusura bakmayın ama bu bukadar ucuz değil.Pazar esnafının toplantısından sonra KAPTAN' ın beyanatı şöyleymiş.''Pazar esnafı fuar alanına cumartesi günü sergi açmazsa çarşamba günü de tezgah açacakları güvenevler semptine de ben sergi açtırmam.''Şimdi buradan yola çıkarsak,güvenevler iptal oldu mu?,Sebze ve meyve toptancıları odası başkanı Ali ÇİLOĞLU bizim pazar esnafının toplantısından ve almış olduğu protesto kararından haberimiz yok dolayısıyla pazar esnafının toptancı haline mahsul girişi yapılmaması için baskılarla tehditkerane davranışına binaen suç duyurusun da bulundu mu?Dolayısıyla pazar esnafı da kendi deyimleriyle hapı yuttu mu?Arkadaşlar!... Uyanık olalım hakkımızı kimseye yedirtmeyelim diyecem ama nasıl işte bunu bilemiyorum.Aslında biliyorum da.....(Haydi söyleyeyim bari)İSLAMİYET'e sımsıkı yapışarak. Peygamber Efendimiz Sallahu Aleyhi Ve Sellem veda hutbesinde ''Size iki şey bırakıyorum bunlara sıkıca sarılırsanız yolunuzu asla şaşırmazsınız.Bunlar Kuran-ı Kerim ve Benim sünnetim.'' Buyurmuşlar.Bizde bunlara yapışırsak kimseye kanmayız!.....Selam ve Dua İle Allaha Emanet Olun.